8 Mart 2020 Pazar

Kardeş Kıskançlığı

Kardeş Kıskançlığı
Geçenlerde nereden geldiyse aklıma kızım yeni doğduğu zamanlarda yaşadığım kardeş kıskançlığı geldi. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki kardeş kıskançlığı son derece normaldir(kendimden de biliyorum ayrıca . Benden 3 yaş küçük kardeşimle hala kıskançlık yaparız ki biz)
Oğlum bir kardeşi olmasını çok istemişti. Hatta 4 yaş civarlarında kreşte " benim kardeşim olacak" diyormuş herkese. Ben onu almaya gittiğimde öğretmenler beni hep tebrik ediyorlardı. "Aaaa hamile misiniz?" diyorlardı. Neyse efendim biz de bu zibidiye inandık. Çünkü anne babalar ilk çocuğu kendileri için ikinci çocuğu da ilk çocuk için isterlermiş dedik. Çünkü öyle duyduk:)))
Hamile kaldığım ilk ay  tatile gitmiştik. Arda'ya da hamile olduğumu kimseye söylememesini tembihledik. Söylemedi, söylemedi ama plajda yanımızdakilere, yoldan geçenlere ,yani herkese "biliyor musunuz biz aslında 4 kişiyiz" dedi.
Karnım büyümeye başlayınca Arda da kıskanmaya başladı kardeşini. Mesela bir gün arkadaşına "biliyor musun Sarper annem kardeşimi her gün yanında işe götürüyor ama beni kreşe bırakıyor, beni yanında götürmüyor" dediğini duyduğumda kulaklarıma inanamadım ve doğumdan sonra yaşayacaklarım için endişelenmeye başladım(yeterince endişelenmemişim:))))
Ve sonra Ezgi geldi. Annesiyle baş başa , süreklimıçmıç bir ilişki yaşayan Arda Paşa buna epey bozuldu. Çünkü annesi onunla o kadar ilgilenmiyordu artık(çok haklı) . Eve gelen misafirler bile onunla ilgilenmiyordu. Ama ben Arda içinde küçük hediyeler alıp gelen misafirlere veriyordum ve "bunu sana aldık der misiniz?" diyordum (bunu şiddetle tavsiye ederim, çok işe yarıyor). Kıskançlığın boyutlarını en aza indirgemeye çalışıyordum. Ama bu duygu epey güçlüdür, bilenler bilir:)))
Bir gün Arda yine  Ezgi'nin tepesinde yine sıkıştırıyorken Ezgi tırnaklarıyla Arda'nın yüzüne bir faça attı ki görünce içim cız ettti. Aslında fena halde hak ettiğini düşünüyordum ama ikisi de sizin yavrunuz olduğu için kalbiniz acıyor tabi. Tırnak izi geçmezmiş, bunu da tecrübeyle öğrenmiş olduk. Hala Arda'nın yüzünde kardeşinin bıraktığı iz var ve ben o gün Ezgi'ye bakıp "bu kız başının çaresine her türlü bakar" diye düşündüm(hala da öyle düşünüyorum:)))
Arda okula Ezgi yürümeye başladığı yıl hayatımın en renkli, en cinnetli, en psikopat yılıydı. Cehenneem azabı dediklerinde aklıma gelir halen:))) O derece yani. En zorlandığım yıl, saçlarımdaki beyazların arttığı, annemin neden yaşlandığını anladığım zamanlardı.
Şimdi büyüdüler. Kardeş kıskançlığı bitti dememi beklemiyorsunuz heralde:) Halen devam ediyor ama ben artık kapıyı kapatıp televizyonun sesini açıyorum:) Sonra mutfağa yanıma gelip "ama anne Ezgi şunu yaptı, ağabeyim bunu yaptı vb......" bitmez tükenmez şikayetler ettiklerinde oldukça sakin bir şekilde "bunu çözebileceğinizi düşünüyorum, aranızda halledin sonra bana da anlatın olur mu? ben merak ederim" diyorum. İnanır mısınız kestim ayaklarını:))))Gelmiyorlar artık.
Gelelim yazının ana fikrine: çocuklarınız kavga ettiğinde ellerinde birbirlerine zarar verebilecek kesici ve delici alet yoksa karışmayın. Varsa ellerinden alın , gene karışmayın(ha bu arada gözünüz üzerlerinde olabilir ama bunu onlara belli etmeyin). Asla haklının kim olduğunu bulmaya, ilk kimin başlattığını tespit etmeye kalkmayın. Yok çünkü:))) Bu hataları yapmış birinden tavsiye. 
Kız kardeşimle çok kavga ettiğimiz dönemlerde annem "biriniz Amerika'ya biriniz Almanya'ya gidin, o kadar çok özleyin ki birbirinizi burnunuz sızlasın" diye beddua ederdi bize(ne kadar canından bezdirdiysek kadıncağızı). Bizde "ne özleyeceğim be bu gerizekalıyı" gibisinden sevgi dolu laflar ederdik. Sonra aynı ülkede ama farklı şehirlerde üniversite okumaya gittiğimizde en çok özlediğimiz kişi birbirimizdik. Özledim yani o gerizekalıyı:))) Kardeşlik güzel şey vesselam. Ne onunla ne onsuz olmaz:)))) Kardeşlerinizin değerini bilmeniz dileğiyle.


Sevgili Gençliğim


Sevgili Gençliğim
*Sana ilk tavsiyem: Çok iyi bir iletişimci ol!
Ne yap, ne et (artık kursa mı gidersin, kitaplar mı okursun bilmem) iletişimin inceliklerini öğren. Çünkü insan sosyal bir varlık ve eğer başarılı olmak istiyorsan(ki bu her alanda başarı için gerek-yeter şart) iyi bir iletişimci olmalısın. "Ne söylediğin önemli değil, nasıl söylediğin önemlidir".

*Nazik Ol!
Nezaket istinasız her yerde seni yüceltir. Bütün ilişkilerinde bir adım önde olmanı sağlar. Kendini de karşındakini de iyi hissettirir.

*Her gün aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemek aptallıktır. Bir şeylerin değişmesini istiyorsan süreci değiştirmelisin. Yaptığın şeyleri farklı yaparsan eğer değişim olur.

*Bir insanı mutlu ettiğinde gözlerinde gördüğün ışığın sana vereceği tatmin paha biçilemez. İnan hiç bir ev, son model araba ve ya cep telefonu bu mutluluğun verdiği ruh tatminini veremez.

*En değerli şeyin ailen. Aile sırlı bir kurum. Büyülü. Bir aileye ait olmak bir ayrıcalık. O yüzden ailenin değerini bil.

*Dileklerine dikkat et, çünkü onlar dua olur ve bir gün duaların kabul olur. Bu yüzden otur şimdiden nasıl bir hayat istediğini düşün, tasarla, merak etme öyle olacak, yani istediğin, hayal ettiğin gibi bir hayatın olacak.

*Hiç bir şeyi hırsla isteme. Bazen olmaması olmasından yeğdir. Oluruna bırak. Hemen vazgeç demiyorum tabiki elinden geleni yap, sonra bırak.

*Sana gelene git deme. Gönderenin hatırına iyi davran. Bilemezsin belki bir gülümsemenle hayatı aydınlanacak insanlar vardır.

*Bir şeyi yapmadan önce vicdanına sor. O tamam derse devam et. O seni uyarır.

Şimdilik bu kadar gençliğim. Gençliğinin tadını çıkart.....

Sevgili Babaannem


SEVGİLİ BABANNEM

Sevgili Babaannem
   Adımı ondan almışım. Ailemin benden önce 2 erkek çocuğu öldüğü için inanışa göre uzun yaşayan birinin ismini çocuğa koyarsanız, o da o kişi kadar yaşarmış. Doğruysa 70 yaşımı göreceğim demektir. Babaannem 110 kilo falandı sanırım.İri bir kadındı. Kilosundan dolayı hareket etmeyi pek sevmezdi. Çocukken bize hep iş yaptırırdı "şunu getirin yavrum, bunu götürün vb.." gibi. Bize de ne zor gelirdi. Annem bana ona benzediğimi söylerdi.İş yaptırma açısından değil, fiziksel olarak.  Genç kızlığa ilk geçiş dönemlerimde bu beni çok korkuturdu. Belki hala bilinçaltımın derinliklerinde 110 kilo olma korkum var. Annem yüzünden.
Çok iyi niyetli, saf bir kadındı. Bana hikayeler anlatırdı."Bir gün yaz bunları, kitap yaz" derdi. Lise dönemimde "tamam, olur" diyordum ama şimdi en azından notlar almadığıma pişmanım. İnsan unutuyor çünkü.
   Babaannemin babası Bulgaristan göçmeni.Büyük Mübadele denilen o göç zamanında babası ve babaannesi Türkiye'ye geliyorlar.Ama her nasılsa birbirlerini kaybediyorlar. Babaannemin babası Bursa'nın bir köyüne babaannesi de İzmir'e yerleşiyor. Babası genç, bekar tabi o zamanlar. Bir çiftlikte iş buluyor.Bir süre sonra Çiftliğin sahibi vefat edince çiftliğin hanımı ile evleniyor ve babaannem doğuyor. Babaannem 7-8 yaşlarındayken bir gün babası kasabaya giderken ona ne istediğini soruyor. O zamanlar ekmekler evde yapıldığı için fırın ekmeği çok cazip geliyor ona ve "çarşı ekmeği al" diyor babasına. Babası da çarşı ekmeğini alırken fırıncı ekmeği bir gazete parçasına sarıp veriyor. Gazetede "Kayıp Aranıyor" ilanı görüyor. İlana dikkatle baktığında kendi ismini görüyor.Yıllardır görmediği annesi kendisini arıyor.İzmir'de bir adres var ilanın altında.Tabi o zamanlar telefon yok. Ailesine haber veremeden evine dönmeden İzmir'e annesini görmeye gidiyor. Annesine evlendiğini ve bir çocuğu olduğunu söylüyor. Ama annesi bu durumdan hiç hoşlanmıyor.Yine de babası annesine ailesini getirmek istediğini söyleyerek bir kaç gün sonra annesinden ayrılarak köye dönüyor. Eşine olanları anlatınca eşi de evini, çiftliğini bırakıp hiç bilmediği bir yere gitmek istemiyor ama kocası sonuçta, kabul ediyor. Bir süre İzmir'de yaşıyorlar. Büyük güzel bir evi var babaannesinin ama onları hiç istemiyor (tam Türk filmi formatıJ).Oğluna sürekli ayrılmasını söylüyor. Babaannemin annesi de yeni hayatına uyum sağlayamıyor . Babasına "dönelim" diyor ama babası kabul etmiyor. Ama bir gün artık dayanamayıp babaannem ve annesi İzmir'den ayrılıp köylerine dönüyorlar. Öylece boşanıyorlar ve babası başkasıyla evleniyor. Daha sonra babaanneem babasını kendisi evlenene kadar bir daha görmüyor.
   Evlendikten sonra eşiyle gidiyorlar bir kaç kez. Ama babaannemin içinde hep bir yaraydı bu hikaye. "Keşke çarşı ekmeği istemeseydim" derdi sanki kadere engel olabilirmiş gibi. Babasız büyümesinin sebebinin kendisi olduğunu düşünürdü. Babamda annesine "garip anam" derdi. Yani kimsesiz anlamında. Annesini de küçük yaşında kaybetmiş. Defalarca anlatmıştı bu hikayeyi. Bugün aklımda kalanlar bunlar. Anlatırken ki sesi kulaklarımda sanki. Öyle hüzünlü ve dokunaklı anlatırdı ki her defasında yeni duyuyormuşum gibi üzülürdüm. Nur içinde yat babaanneciğim. Anlattım işte hikayeni.


Çocuklar Küçükken

Çocuklar küçükken
*Kızım ilkokula gidiyordu sanırım , o dönemler de  nereden muhabbeti açıldıysa "sen nesin?" diye sormuşlar "Ben Türküzüm" demiş. "O ne " demişler "Hani İngiliz var ya ben de Türk olduğum için Türküzüm işte" demiş:) İlkokullarda andımızı kaldırmıyacaklardı:)
* Çocuklar konuşmaya başladıklarından beri evde bir hayvanımız var. Oğlum tam bir hayvan sever, kızım da aynısı oldu tabi. Ama ben hayvan beslemek istemiyorum artık evde. Ölüyorlar çünkü. En son bir Pet Shop'tan balık almak için gittiğimizde dedim ki "hep ölüyor bizim balıklar, niye ki?" Satıcı sanırım espiri yaptı "Siz almayın o zaman balık, hep öldürüyorsunuz, bırakın yaşasınlar?"
*Bir de ölen bütün hayvanlarımıza cenaze töreni düzenliyoruz. Evde yas ilan ediyoruz. Toprağı kazıp gömüyoruz ve "fatiha" okuyoruz:)
*Arda kreşe giderken bana hep "anne ne olur işe gitme" derdi. Ben de ona "ama anneciğim işe gitmezsem sana çukutala(çikolata diyemiyordu), şeker ,oyuncak alamam" diyordum. Bir gün yine bilmem kaçıncı kez "anne ne olur işe gitme" dedi. Ben de yine tam "sana çukulata, şeker alamam" demek için ağzımı açtığımda bana dedi ki; "ben çukulata , şeker ,oyuncak hiç birini istemiyorum. Seni istiyorum" .
Off o an öyle üzüldüm ki anlatamam. "Ama sadece şeker, oyuncak değil ki ekmek alıyoruz, yemek alıyoruz" diye anlatmaya çalıştım. "Çekmece de bir sürü makarna var onları yeriz anne" dedi bana ve benim gözlerim doldu. Önceden düşünmüş bebeğim, çocuk aklıyla vereceğim cevapları ve kendisi de cevap hazırlamış bana.
*İki çocukları olanlar bilirler. İkinci çocukta ailenin deneyimli mi oluyor sanki ya da yaşayacaklarını biliyor olmaktan mı bilemiyorum. Daha az üzerine düşülür (ki bu daha sağlıklıdır aslında) ikinci çocuğun. Bu yüzden sanırım ikinci çocuk daha bir kendine güvenli, daha yaramaz oluyor.(Ezgi henüz okuma yazma bilmiyor. Benden yazdıklarımı okumamı istedi. Ben de okudum ama küstü bu yazdıklarıma. "beni sevmiyo musun anne" dedi.)
   Hele bir de çalışan bir anneyseniz Allah kolaylık versin. Kızım küçükken hiçbir şeye yetişemez olmuştum. Oğlum da 6 yaşındaydı. Çok küçükmüş o da ama bebek gelince birden büyüdü gözümüzde. Aslında kararlıydım "sen büyüksün oğlum yapma" demeyecektim ama dedim maalesef. Ben de büyük çocuk olduğum için bu cümleyi o kadar çok duymuştum ki "ben asla söylemeyeceğim" diyordum. Ama "asla asla deme".
   *Arda'yla  bir yaz günü balkonda otururken birden bire yağmur yağmaya başladı. Oğlum 3 yaşındaydı o zaman ve bana dedi ki "anne yağmuru kim yağdırıyor?" "Allah yağdırıyor oğlum" dedim. Sonra beni güldüren, düşündüren sorusunu sordu "Peki anne Allah yukarıdan yağmur yağdırırken kendisi de ıslanıyor mu acaba?" . Bazen ne cevap vereceğinizi bilemiyorsunuz.
   * Arda "yumuşacık" diyemezdi "yuşumacık" derdi. "Kocaman" yerine "çogaman" derdi. Ezgi "karanlık oldu" diyemezdi "karancık oldu" derdi. "Gibi" yerine "bigi" , "vücudum" yerine "vüducum" derdi. Her ikisi de çikolataya çukutala derdi. Bunu diğer çocuklarda da duydum. Bir de tanıdığım tüm çocuklar "kitap" diyemiyor "kipat" diyorlar. Belki de doğrusu "çukutala" ve "kipat" olmalı. Bu kadar çocuk yanılıyor olamaz:)
*Ahhh çok özledim bebekliklerini. Keşke bazen o günlere dönüp sevebilsem onları. Ama sonra döneyim. Çünkü bebek demek uykusuz geceler demek. Hayatının bebeğe odaklanması demek. Şu anda bana çok zor geliyor.


2 Temmuz 2018 Pazartesi

Aldatmak

Merhaba
Geçen hafta bir halk otobüsüne bindim ve en öne şoförün arkasına oturdum. Öyle denk geldi. Tamamen tesadüf. Duyacaklarım varmış. Babaannem derdi "başına gelecek varmış". Hayır başıma bir şey gelmedi de çok şükür duyduklarım derin derin düşünmeme sebep oldu. 
Önce Şoför abimiz gençten ( ben diyeyim 30  siz deyin  33), otobüsü kullanırken birini aradı. Konuşmanın gidişatından eşi olduğunu anladım. Konuşma aynen şöyleydi "Lan sen bana güvenmiyor musun? Niye telefonumu karıştırıyorsun, mesajlarıma bakıyorsun? Bak bana güvenmiyorsan akşama pılını pırtını topla evi terk et. Kızım ben seni seviyorum banane o kadından. Ne bileyim sabahın köründe niye aramış. Fazla uzattın ama. Görürsem sorarım ne derdi varmış. Ben işimde gücümde bir adamım evden işe işten eve......." Valla ne yalan söyleyeyim ben bile inandım adama, yazık dedim karısı kıskanç heralde.
Sonra bu arkadaş telefonu kapatıp 2 dakika sonra birini daha aradı. Yani adam acayip becerikli. Hem bir aracı hem de iki kadını telefonda idare etti gözlerimin önünde. Bu arada da öyle rahat ki otobüsteki yolcular beni duyuyor gibi bir kaygısı yok. İkinci aradığı kişiyle konuşması da şu: "kızım sabahın köründe niye arıyon beni, kafan mı iyi senin? ne diyecen sabah sabah. Bir daha öyle arama mesaj da atma bak fena olur. Neyse sen şimdi onu boşver cumartesi sana gelcem. Ben anlamam kızım işini gücünü bana zaman ayıracan.(Buralarda küfürler var. Aslında konuşmanın içine serpiştirilmiş bir sürü küfür var). Geliyom dedim o kadar. Hadi görüşürüz" dedi ve kapatıp tekrar karısını aradı. "Ya şimdi konuştum ben o kadınla. Ahmet abinin baldızıymış o, bi kere "bana iş bul " diye yanıma gelmişti yazık zor durumdaymış. Onun için aramış zavallı. Sen de neler düşündün kızcağız hakkında. Neyse anlaştık dimi bir daha öyle şüphelenmek, telefon karıştırmak yok. Niye gülüyon kızım deli gibi. Sinirlenecem bak. Hadi kapat görüşürüz". Böyle konuşmalar cereyan etti otobüste ve ön tarafta bulunan herkes te duydu. Zaten şoför abinin hiç umrunda değildi duyulmak. 
Sonra ben kendi kendime derin düşüncelere daldım. Yalan söyleyen bir adam, hem de bundan hiç rahatsız olmadan, hakkıymış gibi, haklıymış gibi. Güven ne demek? dedim kendi kendime. Sevgi ne demek? Hayır farkındayım toplumda bunlar artık daha sık yaşanan şeyler ama ne bileyim yaaa bir üzüldüm bir kötü oldum. Karısını arayıp duyduklarımı anlatmak istedim. Seni kandırıyor demek istedim. Bir şey değişir miydi bilmiyorum. Belki de kadın biliyordu, en azından hissediyordu. Çünkü adam yalan açıklamalarını yaparken gülmeye başlamıştı. Adam da kızmıştı gülmesine. Büyük ihtimal çaresizdi, çocuğu falan vardı, bilmiyorum ama sonrasında kafamda yazdığım senaryo bu. Valla size de anlatıp acımı paylaşmak istedim sadece başka bir amacım yok.Siz de gıcık olun ben tek başıma mı gıcık olayım canım? İşte böyle. Şimdilik hoşça kalın .
13.03.2015

Halil Cibran- Kum ve Köpük

Karşındakinin gerçeği
sana açıkladıklarında değil,
açıklayamadıklarındadır.
Bu yüzden onu anlamak istiyorsan,
söylediklerine değil,
söylemediklerine kulak ver.
Söylediklerimin yarısı beş para etmez;
ama ola ki diğer yarısı sana ulaşabilir
diye konuşuyorum.
Yalnızlığım, insanlar geveze hatalarımı övüp,
sessiz erdemlerimi eleştirmeye
başladığında doğdu.
Bir gerçek her zaman bilinmek,
ama ara sıra söylenmek içindir.
İçimizdeki gerçek olan sessiz,
edinilmiş olan ise gevezedir.
İçimdeki yaşamın sesi,
senin içindeki yaşamın
kulağına ulaşamaz.
Yine de kendimizi yalnız
hissetmemek için konuşalım.
Sözcüklerin dalgası
hep üstümüzde olsa da,
derinliklerimiz daima dinginliğini korur.
Yaşam kalbini okuyacak
bir şarkıcı bulamazsa,
aklını konusacak
bir filozof yaratır.
Zihnimiz bir süngerdir,
yüreğimizse bir nehir.
Çoğumuzun akmak yerine,
sünger gibi emmeyi seçmesi ne garip!
Eğer kış,
'Baharı yüreğimde saklıyorum'
deseydi, ona kim inanırdı?
Her tohum bir özlemdir.
Öğretilerin çoğu pencere camı gibidir.
Arkasındaki gerçeği görürsün,
ama cam seni gerçekten ayırır.
Haydi seninle saklambaç oynayalım.
Yüreğime saklanırsan eğer,
seni bulmak zor olmaz.
Ancak kendi kabuğunun
ardına gizlenirsen,
seni bulmaya çalışmak
bir işe yaramaz.
Neşeli yüreklerle birlikte
neşeli şarkılar söyleyen
kederli bir kalp ne kadar yücedir.
Yürüyenlerle birlikte yürümeyi yeğlerim,
durup yürüyenlerin geçişini seyretmek değil.
Hayır, boşuna yaşamadık biz!
Kemiklerimizden kuleler yapmadılar mı?
Özel ve ayrımcı olmayalım.
Unutmayalım ki, şairin aklı da,
akrebin kuyruğu da gururla
aynı yeryüzünden yükselir.
Evim der ki, 'Beni bırakma,
çünkü burada senin geçmişin yaşıyor.'
Yolum der ki, ' Gel ve beni izle,
çünkü ben senin geleceğinim.'
Ve ben hem eve, hem de yola derim ki,
'Benim ne geçmişim,
ne de geleceğim var.
Eğer kalırsam,
kalışımda bir ayrılış vardır;
gidersem,
ayrılışımda bir kalış.
Yalnızca sevgi ve ölüm
her şeyi değiştirebilir.'
Daha dün, yaşam küresi içinde
uyumsuzca titreşen bir kırıntı
olduğumu düşünürdüm.
Şimdi biliyorum ki,
ben kürenin ta kendisiyim,
ve uyumlu kırıntılar halinde
tüm yaşam içimde devinmekte.
Adlandıramadığın nimetleri özlediğinde,
ve nedenini bilmeden kederlendiğinde,
işte o zaman büyüyen her şeyle
beraber büyüyecek ve
üst benliğine uzanacaksın.
Ağaçlar yeryüzünün
gökkubbeye yazdığı şiirlerdir.
Ama biz onları devirir ve
boşluğumuzu kaydedebilmek için
kağıda dönüştürürüz.
Güzelliğin şarkısını söylersen eğer,
çölün ortasında tek başına olsan bile
bir dinleyicin olacaktır.
Esin daima şarkı söyler;
asla açıklamaya çalışmaz.
En büyük sarkıcı,
sessizliğimizin şarkısını söyleyendir.
Eğer ağzın yemekle doluysa
nasıl şarkı söyleyebilirsin?
Ve eğer elin altınla yüklüyse,
şükretmek için nasıl kaldırabilirsin?
Sözler zamansızdır.
Onları zamansızlıklarını bilerek
söylemeli ya da yazmalısın.
Şiir bir düşüncenin ifadesi değildir.
O, kanayan bir yaradan
veya gülümseyen bir ağızdan
yükselen bir şarkıdır..
Kum ve Köpük - 1926
Halil Cibran

Zayıflama Maceram-Prime Studio

MerhabaPower Plate Prime Studio
Pazartesi günü Ocak ayında aldığım 40 seanslık Power Plate seanslarım sona erdi. Mehtabişkomla vedalaşmak çok zor oldu. Mehtabişko(Mehtap Kırbaç) benim spor hocam. Tatlı cadım.Onu çok özleyeceğim:((
Vaktim olmadığı için bana konsantre spor lazımdı. Yani az sürede çok kalori yakabileceğim en faydalı olabilecek bir spor yapmak istiyordum. Uzun süre düşünüp araştırdıktan sonra Power Plate aletiyle tanıştım. Kullanıcı yorumlarında ve tanıtımlarında "yarım saat spor yapıyorsunuz iki saat yapmışsınız gibi kaslarınız çalışıyor" cümlesi beni can evimden vurdu. İşte dedim bu benim aradığım spor:)) Sonra da Ankara'da Power Plate olan spor salonları araştırması yaparken internette Prime Studio'yu buldum. O gün telefon ettim bana spor kıyafetlerimle gelmemi ücretsiz deneme seansları olduğunu söylediler ama ben işten çıkıp gittiğim için deneme seansı yapamadık ama Mehtap ve Ergin çiftiyle tanıştım.Başlamam için çok az konuşmamız yetti. Tamam dedim. Aslında biraz pahalı bulduğumu itiraf etmeliyim. Ama 40 seanslık bir paket almış bulundum:))) İyi ki de almışım dedim ama sonrasında. İlk günden Mehtap'la çok sıcak bir ilişkimiz oldu. Hem disiplinli hem de çok dostçaydı. Bana "Hoşgeldin Bebişim" diyerek her gittiğimde sarılması, spor yaptırırken ettiğimiz sohbetler sayesinde kan ter içinde kalmama rağmen zamanın nasıl geçtiğini anlamamı sağladı.
 Power Plate Prime Studio 
Mesela işim olduğunda telefon edip "gelemeyeceğim Mehtap" dediğimde bana "hayır bebişim öyle bir dünya yok geleceksin" diyordu:))) Yani sıkı takip. Ama öyle yapmasaydı sanırım ben de düzenli gitmezdim. Bazen sürünerek gittim ama çıktığımda yaşayacağım hafiflik ve mutluluk hissini ve Mehtap'ın bana çekişeceğini düşünerek gittim.Mehtap'a diyordum ki "senin için geliyorum" O da sağolsun "gel de kendin için benim için, farketmez" diyordu. Ve nasıl geçtiğini anlamadan 40 seansımız bitmiş. Toplamda 5,5 kilo verdim ve 10-15 cm inceldim çeşitli bölgelerden:)))) Ama hiç diyet yapmadım(Mehtap burayı okuduğunda beni öldürecek ilk gördüğü yerde). Haftada bazen 3 kez bazen de 2 kez gittim. Mehtap'a hep dikkat ettiğimi söyledim. Kendimce de şöyle dikkat ettim. Akşam yemeğinden sonra atıştırmalarımı kestim. (Bu insanlık için küçük olabilir ama benim için büyük bir adımdı:))))).
 Power Plate Prime Studio
Yani Power Plate bence yapabileceği her şeyi yaptı. Daha ne yapabilirdi ki. Ama kilo vermekten  çok incelip sıkılaştım ve daha ilk 10 seansta insanlar farketmeye başladılar. Spor yaparken POWER Plate cihazının üzerinde yapıyorsunuz ve alet akım gönderiyor. Yani yaptığınız hareket hangi kasınızı çalıştırıyorsa cihazın titreşimleri sayesinde o kaslar 3-4 kat fazla çalışmış gibi oluyor. 
 
Hem Power Plate'le spor başarılı hem de Prime Studio'nun sahipleri Mehtap ve Ergin KIRBAÇ çok başarılı. Prime Studio butik spor salonu gibi. Ve birebir spor yaptırıyorlar. Genelde bayanlarla Mehtap, erkeklerle de eşi ilgileniyor. İkisi de çok ilgililer, çok tatlılar. İkisi de Hacettepe'den mezun olmuşlar. Orada tanışıp evlenmişler, evlendikten sonra farklı spor salonlarında çalıştıktan sonra Temmuz 2012 de Prime Studio'yu açmışlar.


 Power Plate Prime StudioSizi seviyorum çocuklar .Yolunuz açık olsun. Kalbiniz bu kadar güzelken zaten eminim hayat size istediğiniz her şeyi verecektir.
26.06.2014

Kardeş Kıskançlığı

Kardeş Kıskançlığı Geçenlerde nereden geldiyse aklıma kızım yeni doğduğu zamanlarda yaşadığım kardeş kıskançlığı geldi. Öncelikle şunu b...